Sahİbİnden Blog ve Az Kullanılmış İç Ses

Sahİbİnden Blog ve Az Kullanılmış İç Ses

26 Ocak 2010 Salı

Bir Yokmuş Bir Varmış

Üç gün önce...
Gece yarısı yazışmalarıyla yeniden başlayan eski bir masal. Sabahın beşinde "Hadi buluşalım?" fikri, hiç düşünmeden kabul edeceğim bir teklifti.

Çıktığımda beni bekliyordu arabanın içinde, karanlık, ıssız ve buz gibi havada. Gülümsemelerle başlamıştı yine muhabbet... Oysa altı yıl önce gördüğüm yerde gebertecektim belki de. İhanet mi, nefret mi yoksa aşktan mı bilinmez bir nedenle yüzünü görmek istemeyendim oysa...

Sarıyer sahilde denize düşen karları ve rüzgara kafa tutan martıları izlerken saat altıyı geçmekteydi.. Geçen altı yılın, altıyı geçmekte olan saatten daha az olduğunu hissettim o an. Buluşalı, kaygan yollarda hız yapıp köprüye varalı, pastaneden taze çıkmış açmaları alalı bir saat olmamışken, bütün haftasonumu onunla yollarda geçirmiş gibi hissetmemin nedeni neydi peki?

Konuşmalar arasında dalgaların kar ve fırtınayla olan dansını izleyerek, 48 saattir uykusuz olmama rağmen can kulağıyla dinleyerek ve iç çekişlerime mani olamayarak, geçmişle şimdiki zaman arasında gidip gelerek havanın değil tuhaf duyguların üşüttüğünü farkettim.. Ben ürperdikçe ve derin derin nefes aldıkça sokuluyordu. Hoşnut değildim. Sanki iki gün önce görüşmüşüz gibi rahat davranmanın sınır tanımamanın verdiği huzursuzluk sinir bozucuydu.
Eski bir dosttuk nihayetinde.. O öyle diyordu. Dostlar birbirine öyle sarılır mı?

Saatler sonra eve döndüğümde uykuya yenik düşmek üzereydim.

Aklımdaydın işte yeniden. Birine ihtiyacım vardı uzun zamandır, anlamadığın buydu. Sen ise unutamadıklarının, boş vakitlerinin yerini dolduracak boşluk noktalarını düşünüyordun sadece. O kadar samimiyetsizdin çünkü.

"Beni özlemedin mi?" diye sorduğunda, cevap veremedim.
Hayatımdan çıkıp gittiğinde karşıma çıkan ilk kişiyi sana benzediği için sevmiştim. Benzerinle de yürütemedim. Sonrasında başkası oldu ve senin yüzünden ayrıldık, ayrılırken ağladık... çünkü onu senin kadar sevebileceğim günü hayatının sonuna kadar bekleyeceğini söylerdi. En sonunda sen yokken beni herşeyin üstünde seven biri vardı hayatımda. Beni kimse onun gibi sevmemişti. Senin içindeydi belki sevgin, bilmemi istemiyordun. Ama beni tüm yaşamıyla seven bana olan aşkının Kanun gibi değiştirilemez bir olgu olduğuna inandıran o insandan bile vazgeçebilmemin nedeniydin Sen. Özlemedim seni, çünkü seninle yaşıyordum. Paragrafa baksana her cümle 'Sen'.

Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor. Neyi özlediğini, kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum.

Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor. Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için, bir ***** gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum.

Bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını; ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum.

Güvenebilir ve güvenilebilir olup olamayacağını bilmek istiyorum. Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum. Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını; bir gölün kenarında durup gümüş ay'a ´EVET!´ diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum.

Sol göğsüme sorgu odası inşa edip, aynalı camlarla çevirdim dört yanını. Bir an bile tereddüt etmeden içeri tıktım seni. Susma, sorularımı yanıtla! Failini meçhule atmayıp da üzerime yıktığın bir ecele, seyirci olarak iştirak ederken avuçların sızladı mı?

Hoş gör dudaklarımın titrekliğini, İlk düşürdüğü kelimesin. Sen benim hayatımın vücut bulmuş halisin.

. . .


Doktor bugün size gelmeden önce, çocukluğuma indim göğsümdeki 28 basamaklı merdiveni kullanarak… Masallarımdan geriye kalanlar ne kadar şaşırtıcı bilseniz… Şimdilerde Pinokyo’ nun burnunu kanatıyor yalanlar… Alice yadırgamıyor artık iskambil kağıdı adamlarla yakıştırıldığında… Gulliver başka ütopyalara alınmıyor pasaportsuz… Pollyanna da vazgeçmiş hoşnutluk masalından… Peter Pan korsan yayınlarla vurmuş voliyi… Rapunzel prensi beklemeyi bırakıp ejderhayla işi pişirmiş en sonunda… Donkişot beyaz bayrak sallıyor yel değirmenlerine… Şimdilerde Sindrella saat ne zaman 12 yi gösterse intihara meyil ediyor… İçlerinden bir Quasimodo değişmemiş sanki… Hala dünyanın yükünü taşıyor kamburunda… Doktor ben bugün tüm oyunlarımdan caydım anlıyor musun? Bebeklerimden ve kibrit kutularımdan…
Doktor tecavüze uğradım ben bugün… Irzına geçtiler bütün hayallerimin… Yağmalandı iyi niyetlerim… Kendi zehirli masalıma inandım yine. Üzgünüm hiç ilerleme kaydedemedim.

3 yorum:

  1. secretgarden27 Ocak 2010 05:48

    Roman vari başarılı bir anlatım... ayrıca şunu belirteyim, hayatımda en çok kıskandığım insanlar şu tutku & aşk tandansını yakalayan çiftler. genelde de böyle gerzekçe gidiyor işte bi taraf, hep de karşısındaki için olduğunu iddia ederek. kalanın ne halde olduğunu umursamadan, onun adına karar vererek... aşkı özlediğimden mi bilmem iliklerimde hissettim.

    YanıtlaSil
  2. hmm...
    İyi ama nasıl desem ''en sevdiğin renk siyah mı?'' Belki neden soruyorsun diyeceksin ama Yazılarında mutsuzluk seziyorum.Ama şu bir gerçek kalemin ,anlatışın çok güzel yanlız
    hayatın biraz güzel yanlarını gör Eminim mutlu olucaksın
    Kalemin çok güzel...

    YanıtlaSil
  3. Kim üzdü seni dudette göster hangisi

    YanıtlaSil