Sahİbİnden Blog ve Az Kullanılmış İç Ses

Sahİbİnden Blog ve Az Kullanılmış İç Ses

18 Ocak 2010 Pazartesi

Kırmızı Başlık'sız Yazı

Anılar mı yazılır sadece?
Boş bulunan her köşeye,
resmini çizmeye üşenilen,
ellerin insafına bırakılan; nasıl yazarsa yazsın artık denilen,
ekseri sevgisizliğin ya da sevgilisizliğin muhatabı 'sevgili günlük'lerin
bir süre sonra 'günlük sevgili', 'ömürlük eş' ile kapışacağı dönemleri
ama en çok da neyin uğruna yazmak gerektiğini düşündüren
ve karar verip vermemek ile vakit harcamayarak,
ruhun dizelere serildiği, an-lardan mı bahsetmeli?
Öyleyse deyivereyim;
"bir kaç" yazım hatası içinde, totalde "bir" den ibaret yaşam hakkımı.

Hacivat adamlar zülfikar kemiğiyle lades tutuşurdu
denize kusarlardı; yosun tutuşur, karides tutuşurdu
elele tutuşurduk, kimse susmazdı, susmak olmazdı
İstanbul'da bir asit şişesi kırılırdı
bir çocuk kapıyı açıp laciverde girerdi
dudaklarından öperdim, başım derde girerdi
ve bir ayna şarkı söylemeye başlardı olduğu yerde
örneğin Sarıyer'de: bir börekçi aniden küçümsenirdi
çay bardaklarıyla asya'nın en eski haritası çizilirdi
seni düşlerdik tüm belleğimizle
acı çizilirdi, et çizilirdi, kafatası çizilirdi!

Sen ise
gençliğini, hep çocukluğunu düşürmüşsün
diyelim gece, diyelim alelacele yalnızsın
diyelim ki oturup beni düşünmüşsün
ağlamışsın gride biraz siyah, biraz beyaz arar gibi
yeşilde mavi yok oysa, sarı hiç yok!
beni düşünmüşsün saçlarını akordeonlarla tarar gibi
küçücük bir delikanlı gibi
küçük bir yaradaki büyük bir kabuk gibi
büyük bir yaradaki küçük bir kabuk gibi
kanar gibi, kanatır gibi, birlikte kanar gibi beni düşünmüşsün!

Ecel olur gelirim sana artık adressiz bir zarf gibi
zarfı yalayıp kapatırken dudaklarımı kağıtla keser gibi
çünkü ben orda celladım, biraz katil
seri haldeyim sana, paralel haldeyim
bütün suçlar üstüme yıkıldı, hataların altında kaldım
hayatım hayatına düşüp patlamayan
hayali bir bomba gibi!

Buraya kadar laf olsun diye yazılmış bir blog izlenimi verdiğinin farkındayım.
Güncelerimi yayımlamak gibi bir niyetim olmamıştı daha önce ama postmodern mahremiyetin bir parçasıyım artık. Alışmaya çalışıyorum. Yabancılık çekmemek için yazının devamında birine sarmalı.

Ah be iskender,
sana küfür mü etsem teşekkür mü?
Beni en iyi sen anlarmışsın gibime geliyor; sana ait geometrik şeklin yansıması farklı olsa da, bakış açılarımız aynı.
İnsanlığın birbiriyle anlaşabilme yolunda basite indirgenmiş bir lugat yaratmış olmamız bile beşeri münasebetlerdeki başarısızlıkları ortadan kaldırmaya yetecek kadar açıklayıcı ve öz değil, kısa olmalarının yanında...
“Teşekkür ederim.” ve buna eklenmiş birkaç kelimeden öte tepki yok, ama lanet okuma, küfretme, olumsuz tepkiler verme konusunda ansiklopedi dolduracak kadar argümanımız var.

Bugün başlamış olmak bu kağıt hışırtısından yoksun, ctrl alt ve enter saydamlığındaki camın yüzüme vuran beyaz ışığında; günü gününe değilse de mühim hikayelerin yer edeceği bir bilinçaltı yolu, yukarı blog mahallesi sürgünü olarak bu işe bulaşmış olmaktan mutluyum.

Tarih de pek bir anlamlı bugün. Ocak 18, Martin Luther King değerinde ve 10 ay sonrasında aynı günü paylaşıyor olmamıza moronca sevinmem; kendisinin Michael Jackson'dan sonra en çok tanışmayı istediğim kişi olmasındandır. Tabi asıl tarihin ocak ayının üçüncü pazarı kapsamında 18 rakamıyla ilintili olmayan bir gün olması, her zaman benim doğduğum güne denk gelmeyeceği anlamına gelir ki, bu da içime su serpmiştir. (kandırma kuvveti. bkz. inandırıcılık ölçü birimi.)

Olsun. I still have a dream.

"Yayınla" diyecektim ki, belki de iyi bir final için american history x' deki derek'in öğüdünü tutmak ve yazıyı alıntı ile bitirmek gerekir; "çünkü sizden önce birisi mutlaka daha iyisini söylemiştir."

2 yorum:

  1. Lirik havada anlatılmış, cümlelerde bir ağırlık sezilen, iyi bir başlangıç yazısı. Keyifli bir hikaye havasında.

    YanıtlaSil
  2. final sağlam olmuş, gözümden kaçmadı :)

    YanıtlaSil